‘TAŞTAN LEGOLAR PERVASIZCA ORAYA BURAYA SAÇILIYOR’

MİMAR DİLŞEN BAŞER TOKER

Röportaj: Nezihe DOĞAN

Fotoğraflar: Cihan ATASEVER

 

‘TAŞTAN LEGOLAR PERVASIZCA ORAYA BURAYA SAÇILIYOR’

Bu cümlesiyle ne güzel de anlatıyor Mimar Dilşen Başer Toker günümüz mimari yapılanmasını. Dilşen Başer Toker mesleğini yaşam biçimi olarak gören, çözümsel ve etkin bir mimar. Toker, sorularımızı oldukça açık ve net bir biçimde yanıtlarken, parantez açtığı her cümle aslında birçok meslektaşının ortak sorununu yansıtıyor. Mimar Dilşen Başer Toker’i Kükürtlü Caddesi üzerindeki yeni ofisinde ziyaret ettik ve başarılı mimar ile mesleğine dair detaylı bir röportaj yaptık.

Dilşen Hanım sizi tanıyarak başlayalım röportajımıza?

02.05.1965 Sivas doğumluyum. Ama aslında Türkiyeliyim. Babamın kariyer planlamasından dolayı Türkiye’nin dört bir yanında yaşama fırsatım oldu. M.S.Ü Mimarlık Fakültesi’ni 1991’de bitirdim. Birkaç yıl büyük bir inşaat şirketinde proje mimarlığı yaptıktan sonra, iç mekan tasarımının bana daha cazip geldiğine karar verdim. Yıllardır bu işi eşimle birlikte kendi şirketimizde sürdürüyoruz. Ama zaman zaman mimari proje yaparak o duygularımı da tatmin edebiliyorum. Dilşen Mimarlık Tasarım & Uygulama 20 yıldır faaliyetlerine devam ediyor.

Dilşen Başer Toker imzasıyla bir mimari proje nasıl şekillenir? Her daim geçerli olan unsurlarınız nelerdir?

Bir mimari proje öncelikle mekan sahiplerinin gereksinmelerine, yaşam tarzlarına ve de elimizdeki fiziki verilere göre başlar. Bu doneler benim duygu, düşünce, birikim süzgecimden geçer, kağıda (ekrana) dökülür. Güncel olan renk, malzemelerle harmanlanıp şekillenir. Tasarım yaparken olmazsa olmazlarım: Kendimi kullanıcı yerine koyar, mutlaka onun penceresinden bakarım, asla kendime ait olanı dayatmam. Mutlaka yaptığım şeyi içime sindirmem gerekir. İnanmadığımı karşımdakine inandıramam, rol yapamam. Estetiği %100 birinci planda tutmam. Fonksiyonel olmayan hiç bir şeyin estetiği kalıcı değildir. Projeyi teslim ettikten yıllar sonra da o insanların memnuniyetlerinin devam ettiğini bilmek çok güzel bir duygu. Bunu hissetmek isterim.

Ev, ofis, mağaza vs. hangisini tasarlarken daha özgür ve daha üretken hissediyorsunuz?

Ev, ofis mağaza vs. konu hiç fark etmiyor. Tasarım yaparken daha özgür daha üretken hissettiren; projenin konusundan çok projeyi gerçekleştireceğimiz kişilerin olaya bakışı. İşvereniniz ne kadar size teslim olur, önünüzü açarsa o proje o kadar başarılı oluyor.

Nitelikli yapıların inşa edilmesinde en önemli nokta nedir ve bu gibi yapıların devamı niteliğinde yapılması gerekenler nelerdir?

Nitelikli yapıların inşa edilmesinde önemli bir kaç nokta var; Projelendirmede mutlaka özgün, yeni, kendini tekrarlamayan, teknolojiyi doğru kullanan, zevkli tasarımlar yapmak. Teknolojiyi sonuna kadar ve doğru kullanmak.(Bunun için bazı kemikleşmiş, miadını doldurmuş yönetmeliklerin değişmesi gerekiyor.) Gelir geçer tasarımlar yerine sadeliği elden bırakmamak. Uygulamada işçilik kalitesini maksimum seviyede tutmak. (Çünkü finaldeki etki için tasarım kadar uygulama da önemli.) Kopyala – yapıştır değil, esinlen-tasarla mantığı ile çalışmak. Ve nitelikli yapıların devamlılığı için; işverenin mutlaka işi ‘bir bilene’ teslim etmesi, küçük hesaplarla, büyük kazançlardan mahrum olmaması gerekir. Ne yazık ki herkesin  ‘mimar’ herkesin ‘tasarımcı’ olduğu bir ülkede yaşıyoruz.

Giderek büyüyen şehirlerde birçok sektör sorumlu iken, bu anlamda mimarların nasıl bir sorumluluğu olduğunu düşünüyorsunuz?

Giderek büyüyen şehirlerde birçok sektör sorumlu iken, bu anlamda elbette mimarların da birtakım sorumlulukları olduğunu düşünüyorum. STK anlamında meslek odaları bu konuda ellerinden geldiğince etkin olmaya çalışıyorlar. Ama en önemli görev yerel yönetimlere düşüyor; çünkü yetki onlarda. Kadrolarındaki meslektaşlarımızı daha aktif, etkin, yaratıcı bir seviyeye çekebilirlerse, sonuca daha iyi yansıyacağını düşünüyorum. Bizlere de bireysel olarak yaptığımız işlerde, işveren dışında kente, doğaya, kent yaşayanlarına saygı duyarak ve önemseyerek, şehrin dokusuna, geçmişine, doğaya, ruhuna tecavüz etmeden çalışmak düşüyor. Eğer kötü şeyler yapılıyorsa da buna ses çıkarmak, çıkarabilmek…

Doğa ve mimari ikilisini yan yana düşünecek olursak; kim daha çaresiz kalıyor bu durumda?

Doğa ve mimari ikilisini yan yana düşünecek olursak kesinlikle doğa çaresiz kalıyor bu durumda. Çünkü doğa savunmasız. Sadece bize, insanlığa güzelliklerini sunup faydalanmamızı, karşılığında da onu koruyarak kendisine teşekkür etmemizi bekliyor. Ama biz teşekkür bir yana sanki ” küfürle” karşılık veriyoruz; bozarak, katlederek, hırpalayarak. Taştan legoları pervasızca oraya buraya saçarak.

Yatay yapılanmanın dikey yapılanmaya hızla dönüştüğü günlerden bugüne gelecek olursak; insanların yatay yapılanmaya ihtiyacı arttı diyebilir miyiz? Siz bu ihtiyacı neye bağlıyorsunuz?

Yatay yapılanmaya ihtiyaç artıyor. Çünkü bu dikey ve yoğun yapılaşma kentlerin nefesini kesiyor, boğuyor. İnsanlar hava alamıyor. Özellikle belli yaş ortalamasındaki insanlar, yatay yapılaşmanın nimetlerinden faydalandı, tadını biliyor. Belki biz o kuşağın son bireyleriyiz. Biz bahçeli evler, komşuluklar, mahalle yaşamı, bakkal, kasap, park, sokakta saklambaç oynamak gibi Y ve Z kuşaklarının anlamlandıramadığı zevkleri tattık. Yüksek apartmanlar, büyük siteler, sterilize yaşamlar, asansöre binince selamsız sabahsız bakışmalar, komşusuz, diyalogsuz, bireysel yaşamlar. Bunlar bize çok iyi gelmedi. Bu yüzden belki eskiye özlem var biraz. Ama gençler bence bu durumdan pek şikayetçi değiller, en azından şimdilik.

Mimarlık diplomasını aldığınız ilk gün ve sonrasına bakacak olursak; gelişen teknoloji ve tüm diğer unsurlarla beraber size göre mimarlık algısı farklılaştı mı?

Evet, mimarlık algısının mezun olduğum günden bu yana farklılaştığını düşünüyorum. Çünkü mezun olalı ciddi bir zaman oldu.(25 yıl). Teknolojinin gelişmesiyle birlikte insanların yaşam tarzları, dünyayla entegrasyonu, görgüsü, buna paralel olarak da beklentileri arttı. Bununla aynı oranda mimarlık algısı da farklılaştı, içselleştirildi.

Zaman mimar için ne ifade ediyor? Artı ve eksi zamanların mimar üzerinde nasıl bir etkisi var?

Zaman mimar için en hesapsızca harcanan şey. Çünkü bizim mesleğimizi belli saatler içine alıp sınırlandırmamız mümkün değil. 24 saat yaşıyoruz çünkü mesleğimiz aynı zamanda yaşam biçimimiz. Okuduğumuz kitapta, yediğimiz yemekte, dinlediğimiz müzikte, seyrettiğimiz filmde kısacası yaşamımızda hep mesleğimizle varız. Ve bu da çok özel bir şey bence şanslıyız.

Her meslekte olduğu gibi sizin mesleğinizde de her şey hevesle başlıyor. Mimarın hevesini kesen o şey nedir?

Tabii ki her yeni projeye yeni bir hevesle başlıyoruz. Ama hepsi aynı hevesle devam etmiyor ne yazık ki! Bu hevesi kıran en önemli faktör işverenimiz. Onun kişiliği, size ve mesleğinize bakışı, yapılan işe saygısı çok önemli. Ve sonuca çok yansıyor.

Sağlıklı bina tanımı ne anlama geliyor? Bu tanıma uyan bir bina nasıl olmalıdır? Böyle bir binaya verebileceğiniz bir örnek var mı?

Doğru yer + doğru konsept + doğru tasarım + doğru uygulama = Sağlıklı bina

Örnek: Mimar Sinan’ın tüm eserleri.

Sizi en çok yansıttığına inandığınız projeniz hangisi? Ve neden?

Çok klişe olacak ama inanın öyle bir ayrım yapamam. Hepsinin ayrı bi hikayesi, ayrı yaşanmışlıkları var. Hepsini seviyorum.

İyi ki bu malzemeler var dediğiniz 3 malzeme hangileri?

Metal, ahşap, taş.

Sadelik seven bir mimarsınız kanımca. Ve yeni ofisiniz de bunu yansıtıyor. Bize ofisinizden bahseder misiniz?

Evet genel anlamda sadelikten hoşlanırım. Yaşam tarzım, yaşadığım mekanlar da sadedir. Ama yaptığım tasarımlarda önemli olan işverenin tarzıdır. Ben onun tarzını şekillendirir, yoğurur ona sunarım. Dolayısıyla klasik, avangarde, bohem, vintage çalışmalarım da mevcut. Hepsinin içinde ayrı güzellikler bulabiliyorum. Benim için ofis çalışma alanım. Etrafımda çok kalabalık, çok detay görmek konsantrasyonumu bozuyor. Ayrıca ofis bence içine gireni rahatlatmalı, ezmeyen, basmayan bir mekan olmalı. Nötr olmalı, belli bir tarzı yansıtmamalı. Biz değil yaptığımız işler ön plana çıkmalı. Buradan hareketle biz ofisimizin çok sade, detaysız, düz bir çalışma alanı olsun istedik. Ben biraz da geçmişe bağlıyım sanırım. Ofisimizin her köşesinde ilk açıldığımız günden kalma mobilyalarımız, aksesuarlarımız var. Onlardan vazgeçemiyorum. Hepsinin farklı anlamları var. Örneğin, anneannemden kalma dikiş makinesi benim için çok değerli, benim çalışma masam. Ekibimizin çalışma bölümü özellikle kış bahçesi tadında, ağaçların arasında keyifle çalışıyoruz. Ofisimizdeki tüm koltuk ve kanepeler İnegöl’ün en büyük koltuk firmalarından Seyran Koltuk’a ait. Mermer toplantı masamız Teknotaş’ın güzel bir çalışması. Her şey abartısız, sıcak ve yalın. Kısacası biz her gün severek, isteyerek, kapısından gireceğimiz bir mekan oluşturduk ve mutluyuz. Herkesi kahveye, muhabbete bekleriz.

Mevsimlerin mimari üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri nelerdir?

Mevsimlerin mimarideki etkileri aynı insandaki etkileri gibi bence. Kışın, renksiz, içine kapalı, hareketsiz. İlkbaharda kıpırtı ve uyanış. Yaz; coşku, renk, hareket. Sonbahar ise hüzün ve durgunluk.

Malum önümüz sonbahar. Dekorasyon dünyası sonbahara farklı renk, biçim ve malzemeler ekleyecek mi?

Sanırım bu yaz yaşadığımız renk cümbüşü etkilerini sonbaharda da devam ettirecek.

 

 

RÖPORTAJ 2.969 okuma