“MİMAR, BİNASINI TASARLADIĞI KENTE HER GÜN HESAP VERİR”

YÜKSEK MİMAR BAŞAK KUYUMCU KUMBAY

Röportaj: Nezihe DOĞAN

Fotoğraflar: Cihan ATASEVER

Bir tiyatro ise hayat; herkesin bir rolü var. Ancak kimi başrolde, kimi yan rolde, kimisi ise figüran. Herkes başrolde olmak ister elbet. Ancak başrolü alabilmek için yapılması gerekenleri yerine getirmek şart değil midir? Empati duymak, sorumluluk bilinci ile yola çıkmak, gerektiğinde istenileni daha farklı sunabilmek adına fikir paylaşımları yaparak ufuklar açmak ve en önemlisi farkını hissettirmek. Örneğin: Bir mimar binasını tasarladığı kente hesap verme zorunluluğunu hisseder mi? Yüksek Mimar Başak Kuyumcu Kumbay ‘Biz mimarlar yaptığımız her işle kente bir şeyler ilave ederiz. Bu ilaveler, kentin sosyal, kültürel altyapısını oluşturur. Bu nedenle mimar binasını tasarladığı kente her gün hesap verir’ sözleriyle mesleğine olan aşkını ve duyduğu sorumluluk duygusunu açıkça ortaya koyuyor. Başak Kuyumcu Kumbay ile BK Mimarlık ofisinde bir araya geldik ve siz değerli okurlarımız için doyumsuz bir sohbet gerçekleştirdik. Bu röportaj kaçmaz.

Başak Hanım öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

Eğitim hayatını ODTÜ’ de yüksek lisansını yaparak tamamlamış, bu süreçte birçok yarışma projesine katılmış, üniversitelerde jüri üyelikleri yapmış ve dersler vermiş bir mimarım. Aynı zamanda BK Mimarlık şirketinin kurucusuyum. Kendimi genel olarak mimarlık ve tasarım alanına adamış birey olarak mimarlığın getirdiği tüm aktivelerde bulunmayı severim. Çünkü mimarlar sosyal ve kültürel etkinliklerle, gezdikleri ve gördükleri yerler ve mekanlarla, tattıkları yemekler, kokladıkları kokular, tüm duyularını kullanarak edindikleri deneyimler ve tecrübeler ile beslenir. Sadece benim değil birlikte çalıştığım meslektaşlarımın da bu deneyime sahip olmaları önemlidir. BK Mimarlık ekibi olarak edindiğimiz bu deneyimler ile projelerimizde yenilikçi fikirler üreterek mimari tasarım ve uygulama hizmeti veriyoruz. Tüm mimari yapı tiplerinde bu hizmeti veriyoruz ancak konsantre olduğumuz yapı tipleri, turizm binaları, ticari binalar, Termal-Spa Merkezleri ve konut yapılarıdır. Ayrıca uzmanlık alanlarımız, mimari tasarımın dışında, iç mimari tasarımı ayrıca turizm yapılarında zincir otel markaları için proje koordinatörlükleri-yönetimini de içermektedir.

Mimarlık tesadüfen mi sizinle buluştu yoksa siz onu alıp hayatınıza mı kattınız?

Eğitim sistemimiz her ne kadar öğrencilerin istedikleri mesleklerin ne olduklarını bilmeden o mesleği seçmelerine neden olsa da, ben dimağımın algıladığı ilk andan beri mimarlık mesleğine olan hayranlığımı fark etmiştim. Bu nedenle her adımımı buna göre attım, seçimlerimde bilinçliydim. Şu anda mimarlık yapıyor olmam benim için bir tesadüf değil; mesleğe olan hayranlıkla başlamış ve üzerindeki tüm adımları bilinçlice kurgulanmış bir yolculuktu.

Nasıl bir öğrenciydiniz o yıllarda? Çabuk kabul eden mi yoksa muhalif bir yapıda itiraz ve araştırmaya yatkın mı?

Kesinlikte muhaliftim diyebiliriz. Kabullenmeden önce kendim de araştırırdım her şeyi. Mimarlığın doğası aykırıdır zaten. Aykırı olmaktan, deli olmaktan, farklı olmaktan geçer. Tepki verdiğinizde insanların ‘Mimar işte; yine farklı bir şey söylüyor, kabul etmiyor.’ bakışlarından anlarsanız bunu. Bizi besleyen bir öğedir aslında bu “anti” duruş, tersten bakış. Bakış açınızı değiştirmenin bir yoludur.

İşinizde uykusuz günler, geceler yaşadığınız mutlak oluyor. Uykusuz geceler yaratıcılığın bir simgesi mi yoksa dead line sorumluluğunu yerine getirmenin verdiği bir sorumluluk anlayışı mı?

Mimarlıkta deadline olmazsa olmazdır. Deadline olmadan çalışma bitmez, ofisimde de gerçek teslim zamanından önce kendime bir ya da iki tarih koyarım ve o zamanlara kadar bitirmek isterim işlerimi. Bu bitmeme durumu, tasarımın sınırsızlığından kaynaklanır. Bu nedenle tüm ekiple birlikte uykusuz günler geçirdiğimiz doğrudur. İşi severek ve layıkıyla yapmaya çalıştığınızda mimarlık disiplininde sabahlara kadar çalışmak kaçınılmazdır. Az öncede söylediğim gibi mimar her gün tüm duyularını kullanarak beslenir. Tasarım bu nedenle her gün geliştirilebilir, her gün derinleştirilir. Deadline olması tasarımı sonlandırmak için gereken ilk tepkiyi size verdirtir. Aksi taktirde tasarım “taşar”.  “Overdesign” denilen olgu ile karşılaşır. Eklektik, fazla, aşırıya kaçmış tasarımlar çıkar ortaya.

Yeteneğinizi besleyen unsurlar nelerdir?

Tasarıma başlarken o ‘yer’ ile ilk karşılama bağına yoğunlaşırım. İmar durumunda yazan yükseklikler ya da emsal durumu ile ya da arazideki kot farklıklarına göre başlamam projeye. Projenin yeri ile ilk temasımda beliren dürtüler vardır tasarım yapmamı besleyen. Norberg Schulz’un deyimi ile ‘yerin ruhu’na temas etmek gerekir. Ya da başka bir deyim ile Abidin Dino’nun ‘Sinan’ kitabında söz ettiği gibi mimarlık, her toprağın ebeliğini yapar. Bu ilk temasta aşk her zaman mümkün olmuyor elbette. Ancak onun gelmesini beklemek yerine üzerine gitmek gerekiyor her zaman. Daha sabırlı olarak konunun üzerine gitmek, az önce bahsettiğim beş duyudan yararlanarak, hissetmeye ve düşünmeye devam etmek gerekiyor.

Mimari tarzınızı nasıl nitelendirirsiniz?

Mimarlık mekanların ve yaşam tarzlarımızın tasarlanması, yapıları ve fiziksel çevreyi inşa etme işidir. Bunu yaparken yaratıcılığın ve dolayısıyla tarzın sınırı yoktur. Mimari tarz, müşterinizin isteği ile sizin yapmak istediğiniz, yakın olduğunuz tecrübeleriniz arasında sıkışıp kalır. ODTÜ’de yüksek lisansını tamamlamış, Bauhus Universitat Weimar’da (Almanya’da Modern mimarlık ekolünün doğuşu sayılan bir tasarım okuludur) yüksek lisansının bir bölümünü okumuş ve uzun süredir modern mimari, sürdürülebilirlik üzerine kafa yoran, mimarlık fakültesi proje jürilerine katılarak akademik hayattan da kopmamaya çalışan bir serbest mimar olarak modern mimarlık tarzına yakınlığım tasarımlarımdan da anlaşılmaktadır. Ancak, tekrar belirtmek istiyorum ki; müşterinizin istekleri her tarzda olabilir, bu nedenle kendi tarzınız ile onunkileri harmanlayarak iki tarafın da mutlu olacağı tasarımı çıkarmak daha önemlidir.

İşiniz dahilinde kendinizi özgür hissettiğiniz ve en çok heyecan duyduğunuz o anları bizimle paylaşır mısınız?

Ofiste herkes gittikten sonra müziği açıp, eskiz kağıdını alıp, tek başıma tasarıma başlarken hissettiğim özgürlük hissi benim için paha biçilemez. Hazzının bağımlısı olduğum ikinci unsur da ortaya çıkarılan ürünü görmeye gittiğim anlar.  Binayı ya da bir iç mimari tasarımın ortaya çıkmış halini görüp, kalmaya, yemek yemeye, kahve içmeye gittiğim an “her şeye değdi” dediğim andır.

Olumsuzluklar dahilinde onarmak mı yıkmak mı? Peki neden?

Benim için ‘olumsuzluk’ kavramı yoktur. Yok saymayı tercih ederim. Bu çok sevdiğim bir özelliğimdir. Çözüm odaklı, yapıcı olmak gerekir hayata karşı; o da size aynı cömertlikle cevap verir zaten. Bu konularda mütevazi olamayacağım. Bu nedenle ertelediğim, yarım bıraktığım, pes ettiğim hiçbir işim yoktur. Bu; karakterimin, mükemmeliyetçiliğimin bir parçası büyük ihtimalle. Müşterilerimin de ilk işlerinden sonra diğer işlerini de bu özelliğimden dolayı BK Mimarlık’a tekrar emanet ettiğini görüyorum.

Bursa’da yoğun bir yapılaşma dikkat çekiyor. Sizin bu konudaki görüşleriniz nedir? Eksik olan nedir, fazla olan nedir?

Mimarlık disiplininde doğru bulduğum, işlev ne olursa olsun, yapının inşa edileceği yerin fiziksel, topografik, iklimsel, sosyal ve politik özelliklerine göre, yani yapıların bağlamsal özelliklerine göre, bütçenin ve programın oluşturduğu sınırlara uygun olarak tasarlanmasıdır. Yapılaşma elbette olacak, yapılaşma olmadan sosyal ve kültürel altyapılarımızı kurgulayamayız. Burada önemli olan, şehir plancılarının yaptığı analizler ile yoğunluğun ve oradaki yapılaşmanın neler doğuracağının irdelenmesi ve imar yönetmelikleri kısıtlamalarının bölgelere göre farklılaştırılması olacaktır. Burada en büyük sorumluluk mimarlarındır. Biz mimarlar yaptığımız her işle kente bir şeyler ilave ederiz. Bu ilaveler, kentin sosyal, kültürel altyapısını oluşturur. Örneğin toplanma alanlarını değiştirir, park alanlarını değiştirir, yaşam alanlarını değiştirir ve o organizmada yeni yaşam tarzları oluşturur. Bu nedenle mimar binasını tasarladığı kente her gün hesap verir. Bu sorumluluğun farkında olarak tasarımlarımızı hayata geçirmeliyiz.

Yurtdışında da etkin bir mimarsınız. Yurtdışı çalışmalarınız hakkında biraz da Türkiye ile kıyasa girerek bize neler anlatırsınız?

Mimarlık pratiği ve istenen kriterler dünyanın her yerinde aynı, çünkü müşteriler dünyanın her yerinde aynı. Yakın zamanda okuduğum Elif Şafak’ın ‘Ustam ve Ben’ kitabında da gördüm ki; Osmanlı döneminde de Mimar Sinan ile Padişahın ilişkisi de aynı imiş. İşveren her zaman işi verdiğinin bilincinde ve bunu size anlatmakla meşgul. Siz ise işinizi yapmaya çalışmakla meşgulsünüz. Ben genellikle müşterinin her istediğini yapmayan, aksine ona yeni fikirler veren ve ufuklar açan bir mimar oldum. Yurtdışında Türkiye’ye kıyasla en önemli fark, mimarlık disiplininin bir uzmanlık alanı olarak görülmesi ve işin uzmanına teslim edilmesidir. Herkes yapacağı işin bilincindedir. İstenenler, alınanlar ve raporlarda her şey yazılı ve belgelidir. Ülkemizde ise ancak uluslararası kademedeki şirketlerle ortaklıkları olan firmalar ile çalışırken bu profesyonelliği bulabiliyoruz. Türkiye’de mimarlık mesleğinin “profession”, “uzmanlık alanı” olarak görülmesi yeni yeni başladı diyebiliriz. Bundan önce herkes mimar, herkes iç mimar, herkes tasarımcı idi.

Mesleğinizi ilgilendiren her alanda olmayı seven bir mimar olarak yarışmalara katılmayı da atlamıyorsunuz. Bu sizin için bir esin ve besin kaynağı niteliği mi taşıyor? Bu hazzı nasıl adlandırırsınız?

Yarışmalar mimarı, pratik mimarlık hayatının yarattığı monotonluktan, yönetmeliklerden uzaklaştırıyor, tasarıma ve akademik hayata daha yakın olmanızı sağlıyor. Ayrıca günümüzde yarışma ile yapılan binaların önemi, taşıdığı seçilmiş nitelikli unsurları nedeniyle gün geçtikçe artmakta. Bu bağlamda gerek mimari, iç mimari, gerekse mobilya tasarımı, endüstriyel tasarım ya da logo tasarımı olsun; yarışma ile yapılmasını destekliyorum ve elimden geldiğince ve zamanım yettikçe içinde yer almaya çalışıyorum.

Zeno İş Merkezi’nde çok şık bir ofisiniz var. Ofis tasarımında bir mimar olarak öncelikle neleri ön plana çıkarmayı hedeflediniz?

Teşekkürler. Ofis zamansız olmalıdır. Çünkü en çok zaman geçirdiğiniz yerdir; çabuk tüketilmemelidir, modası geçmemelidir. İnsanı sıkmamalı, üzerine gelmemelidir ofis. Sade, elegant, keyifli ve taze olmalıdır. Ofis fikirlerin özgülleştiği yerdir. Homojen, akışkan olmalıdır mekan. Koklamaktan, sürtünmekten dokunmaktan, hissetmekten korkmamalıdır ofisteki. Evinde hissetmemelidir, orası ofistir ve çalışma alanı ev konforunda olmamalıdır. Ofis kısa sürede ilişkileri geliştirmek içindir, daha fazlasını beklemeye gerek yoktur.  Zamansız tasarımlar ile ofiste ön plana çıkan bir şey yoktur, her şey dengelidir. Fazlalık da olmamalıdır ofislerde, fonksiyonel olmalıdır. Kullandığınız kadar malzeme olmalıdır. Genellikle tasarımlarımın bu öğeleri taşımalarına, minimalist ve modern, süslemeden uzak olmalarına dikkat ederim.

Ofiste tasarım ürünleri de göze çarpan bir detay. Bu detaylardan bir kaçının hikayesini okurlarımızda paylaşır mısınız?

Zıtlıklardan, çakışmalardan hoşlanırım. Takım yapmak yerine takımı bozmayı tercih ederim. Farklı malzemelerle, aynı dili kullanan, bütüncül bir kurgu olmalıdır genele bakıldığında, ancak ayrı ayrı parçalarla bunu yapmak mümkün.  Masif ceviz kaplama kullanılan mobilyaların önüne, aynı kaplamadan sehpa koymak yerine, aynı tonda masif kök ceviz sehpa kullandım. Mat mobilyalar ve parlak paslanmaz detaylar, tasarımda kullanılan düz çizgiler ve dairesel formlar, vintage bir saatin modern, düz bir duvarda durması yine zıtlığın getirdiği güzellikler bence. Alt katta gördüğünüz bahçe salıncağı; eğlenceli ve bir o kadar da dinlenmek için ideal. Bahçeye ait olan bir malzemenin, ofisin ruhuna inat orada olması beni eğlendiriyor ve mekanı farklılaştırıyor.

Yoğun çalışma temposu içinde ekibinizle olan uyumu nasıl yakalarsınız?

Çalışma tempomuz çok yoğun, ekibin buna uyum sağlaması çok önemli. İşveren, çalışan ilişkisini korumaya konsantre olmak yerine; meslektaşlarımla, ekip arkadaşlarımla aynı projede koşturan bir mimar olmayı tercih ediyorum. Bunu başarırsanız uyum kendiliğinden geliyor. Herkes özveri ile fedakarlıkla çalışıyor ve onlarla bu anlamda gurur duyuyorum.

Türkiye’de ve Bursa’daki mimari tasarımların niteliğini nasıl buluyorsunuz? Olumlu ve olumsuz yanları nelerdir?

Türkiye’nin tüm kentlerinde olduğu gibi Bursa’da da bütüncül bir kentsel planlama eksikliği olduğunu düşünüyorum. Daha çok nitelikli ve daha çok niteliksiz yapılar her şehrimizde var. Bursa’da bu nitelikli yapıları arttırma yönünde bir ivme görüyorum. Hem mimarın hem de işverenin teşviki ile sürdürülebilir bina ve daha nitelikli bina tasarımları arayışı içerisindeyiz. Ancak Bursa’daki en temel sorun yönetmelikler ve imar planları anlamında parça parça kentsel planların üretilmesidir. Oysa ki bu süreç çok disiplinli meslek grupları ile yani toplumun, sivil toplum kuruluşlarının, belediyelerin dahil olduğu üzerine mutabakat sağlanmış master planların kurgusunda çok katmanlı, şeffaf olarak düşünülmelidir. Kentlerin gelişim dinamikleri, bütünsel gelişim stratejilerinden kopuk düşünülemez. Ne yazık ki şu anda Bursa’da ve neredeyse tüm kentlerimizde yaşanan durum bu.  Bu bağlamda mimari tasarımlarında, noktasal olarak nitelikleri iyileşse de, daha önceden belirlenmediği kentsel anlamda kattıkları nitelikleri durumu daha da kötüleştirmektedir. Tüm kentler elbette yoğunlaşacak ve yapılaşma artacaktır.  Ancak bu yoğunluğun nerede olacağına ve nitelikli yoğunluk olmasına dikkat edilmelidir. Altyapı, ulaşım, yaya sirkülasyonu, kente kattığı sosyal ve kültürel kazanım gibi hususlar dikkate alınmalıdır.

 

 

 

RÖPORTAJ 4.016 okuma